21 Haziran 2010 Pazartesi

Doğum...

Umutların giderek tükendiği her sene omuzlarındaki yükün giderek arttığı kimi zaman gelecek kaygısı kimi zaman hayallerin giderek senden uzaklaştığını görerek büyüyoruz. Evet büyüyoruz bitkilerden, hayvanlardan farklı olarak büyüyoruz. Her şeyin farkında olarak yaşamak ve bugün istediğim olacak, olmadı bu işin yarını var diyerek günleri geçiriyoruz. Etrafımızda eksilmeyen azalmayan tek şey "aile" ve "dost" denen unsurlar...
Ya onlar olmasa ne anlamı olurdu büyümenin, yaşamanın...

Kimi zaman üzülürken yanlarında olmasını istediğimiz kimi zaman ayağını attığında elinden tutacak birileri...
Gün gelecek insan her şeyi satın alacak ama her şeyi belki sağlığını da ama bir şeyi  satın alamayacak "sevgiyi"...Alsa bile bir kavanoza koyup saklayamayacak yüreği olmadıktan sonra kapağı açılır açılmaz uçup gidecek. Boşuna yaşarken hayır yap öldükten sonra seni ansınlar demiyorlar. Çünkü vücut kaybolduktan sonra senden kalan sadece fotoğraflar,anılar vb...

Ama umut her zaman kalbimizin bir köşesinde yaşıyor. Ne kadar olumsuz olsa da orada bir yerde güneş doğuyor bu gök kubbede birilerinin seni sevdiğini bilmek güneşe aşık olmanı sağlıyor...

Sende bil ki seni sevenler var sende bil ki yanında olamasanda yanında olanlar var...Sen de bil ki senin için her şeyi göze alabilecek insanlar var...Milyonların olsa onları satın alamazsın kimi zaman bir gülüşün kimi zaman ellerinle dokunman o insanların ruhlarına sahip olmana neden olmuştur...

Ve güzel olan şu ki bu yazıyı yazan adam hala senin ismini,sesini,yüzünü görünce heyecanlanıyor, kalbi hızlı hızlı atıyor. Yüzünde salak bir gülümseme oluyor.Sana sarılamasa da ruhuna sarılıyor...

Ne mutlu ki hala bunları sana yazacak kadar seviyorum. Yeni yaşın yeni şeyleri hayatına birer birer getirsin. Eskileri unutmadan...

DOĞUM...
Çiğ düştü göklerden
Ve bir bahar günü doğdun sen

Güvercinler geçti menekşelerden
Ve bir bahar günü doğdun sen

Kendi kendine ayna olan nergislerden
Leylakların gün doğuşu ürperişinden
Zambakların kıyı kıyı bakışından
Geldin sen
Ve rüzgarlar karları süpürdüğünde
Ve insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğinde
Birdenbire aydınlandı annenin yüzü
Ve bir bahar günü doğdun sen

İlkin horozların gözüne göründün
Dünyaya haber verdiler ötelerden
Baban yeni dönmüştü eve ıraklardan
Birden aydınlandı annenin yüzü
Ve bir bahar günü doğdun sen

Marta bakan biliyordu geleceğini
Nisana bakan görüyordu alaca renklerini
Kızıl ve yeşil seherini
Mayısa bakan buldu seni
Ve bir bahar günü doğdun sen

Sana Leyla dedim Suna dedim şiirlerde şarkılarda
Gerçek adın bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklarda
Çatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar da
Avunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarla
Melekler gökten geldi armağanlarla
Ve bir bahar günü doğdun sen

Bir bahar günü doğdun sen
Baharın ta kendisi oldun sen
Şimdi her baharda doğan çocuklarla
Sen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarında
Sen görünür görünmez ufuklarda
Karlar erir erir kaçar kaçar da
Gökler yağmur biçiminde güler ağlar ağlar da
Güneş öğünerek yansır yansır da sularda
Gelirsin her baharda
Bir diriliş gibi ölü dünyaya
Ölüler gölgenden ateş ala ala
Ekilip biçilip yankı yapa yapa
Yaz sıcaklığından arta arta
Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına
Ki bir bahar günü doğdun sen

Güller dönüştüler yatak çarşaflarına
Leylaklar yaklaştılar korka korka
Nergisler benliğimizin ortasından baka
Gelip fon oldular insanın
Bir kere daha
Sende yeniden yaratılışına
Bir bahar hali yaratışına

Bir bahar günü doğdun sen
Baharın ta kendisi oldun sen


II.

Sonbahar benim ölümüm kırmızı kırmızı yanışım karaağaçlarda
Senin ak doğumunu daha çok ortaya koymak için
Toplayıp gelişim güzü bütün sarılarımla loşluklarımla
Çürüyen solan evrenin karşı koyuşu
Senin baharda doğusunun anısına

Ah o ne sıtmadır güneşteki sıtma baharda
Her an senin doğumun yaşamaktan gelen
Ve güzün güneşte bir kuruyuş bir dağılma
Benim ölümümden gelen haykırış ve ağlayışlarla
Bir ömür boyu oldum salt ölüm kemiği
Parlamak için senin doğumundan gelen fosforlarla
Eve girmekte geç kalan çocuklar görecektir geceleri
Aşk baharının sessiz direnişini
yanıp duran ışıklarda

Yaz güneşi biriktirdi biriktirdi
Sonbahar yapraklarda delirdi
Kış derin çizgileriyle devrildi
Bahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdi
Ve bir bahar günü doğdun sen

ESKİSİ GİBİ DEĞİLİM

Artık eskisi gibi her Hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum.
Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım. İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun .
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.
Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var "Ben demiştim" ,"ben bilirim","ben zaten anlamıştım",Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun.
İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmenkuşlar gibisıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.
Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.Kestirmeleri de öğrendim gide gele. Boş geçen her saniye değerli artık.Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde "HAYIR" demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.
Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor,olgunlaşıyor.
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor ..
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar. Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.Yasamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.

Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim . Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı . Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor.
Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha şık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun. İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor. Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.
Can Dündar

Bilgisayarımı kendi işlerime alet ettim bazen :)

KPSS çalışırken yanında olamadığım için Tişörtle olmak istedim :)

Hafif dalga geçmek arada yine sistemi sorgulamak için :)

"Buroza" kuşu da sonradan aramıza katıldı








Yılbaşında kendimce avundum




Çalıştığım zamanlarda "5 çayına" davet ederdin

Sen gece ansızın 2-3 gibi akla düşen bir "rüyasın"

21 aralık 2009 Miami - Boşluk


Bosluga bakilarak yazilan yazilar ve bosluga birakilan sozcukler…
Hepsi evren denen boslukta asiliyorlar…Sen onlari biliyorsun cunku onlar sana aitler onlar senin icinden ciktilar…
Icin cok rahat cunku sen onlarin sana ait oldugunu biliyorsun ama ya bilmediklerin…
Biz insanlar hep bilinmezlikleri merak eder,
Bilinmezlikleri arariz…
Macera vardir onun icinde heyecan vardir, baskasi vardir…
Hayal etmek guzel birsey…olmasini isteyip yapamadiklarimizi hayal ederiz…Hayaller hep guzeldir…Oyuzden rengi hep pembedir…
Ornegin ben hayal ediyorum simdi gozlerimi kapatiyorum penceremi aciyorum disardan gelen dalga sesleri ve cok ama cok uzakta okyanusa yansiyan deniz fenerini goruyorum…Sicak bir ruzgar esiyor yavas yavas pencereden iceri giriyor…Sahildeki kum tanelerinin yer degistirdiklerini duyuyorum…Uzerinde ates yakip gitar calan gencleri goruyorum…
Ve gozlerimi biraz daha kapatiyorum…
Senin yuzunu goruyorum…Ustunde beyaz bir kiyafet icinde sen…yuzun her zamanki gibi guluyor…Saclarini toplamissin basinda bandanan var…yuzun yuzume bakiyor…Gozlerin yine cok guzel ve mutluluk piriltilari var icinde…
Pencereden elimi uzatiyorum sana dogru…Parmak uclarim parmak uclarina degiyor…
Birden gozlerimi aciyorum…Ve odam bombos…Pencereye dogru yuruyorum ve aciyorum…Evet hayalimdeki deniz ve hayalimdeki fener orda…Ya kumsaldaki ates sakin dusundugum gencler olmasin…

Ozaman sen nerdesin bunlar gercekse sen neden gercek degilsin…Neden hala hayalsin…
Hayalde yasamayi mi seviyorum yoksa…Ozaman yuzume vurarak gercek olan seyleri acikla…

Ozaman belki o pencereden her sana uzandigimda elim parmaklarina deger avuclarim yuzunu oksar…

Hayal olarak kalmak mi guzel yoksa gercege yaklasmak mi…Bununda cevabini sen ver ozaman…

Sakız ve şarap




Bu hikaye benim hikayemdi ama içinde senden başka kimse yoktu yani sanaydı, senindi aslında...

Bu hikaya ege kıyılarında yaşamı arayan ve o yaşamı bulduğunu bilen ama zaman tanrısı ve mesafe tanrısının oyunu yüzünden anadolunun en seksi ve güzel kadınını yani “şarabı” özleyen bir adamın hikayesidir.

Kasımda rüzgarlar ege kıyılarını yalamaya başlamıştı, küçük kulübesinde yaktığı sobanın ateşiyle ısınmaya çalışan sabahları gün aydınlanmadan küçük sandalıyla zihin denilen uçsuz bucaksız denizde ışığı arayan bir adamdı o. Köylüler severlerdi onu…

Yıllar önce anadolunun en görkemli başkentinde fırtınalar koparmıştı bu adam. Ve bir kadını sevmişti ki hikayenin devamında da sevecektir. Ona ulaşmaya çalışsada şartlar yan yana gelip hep o şarap tanrıçasından uzaklaştırmıştı onu. Azimliydi yılmıyordu meşhur “sakız”…

Sakızda mı kim…Bizim civan delikanlı onun adı “sakızdı”…

Tüm köy onun efsaneleriyle çalkalanıyordu…Çünkü o adam köylülerinden biriydi ve dize getiriyordu herkesi. Övünmek onların en tabii haklarıydı. Her o kıza sarıldığında bu adam daha da büyüyordu. Kimse göremiyordu ama o adam o kızla büyüyordu…

Sakız, topladığı sebzeleri güzelce salata tabağına doğrarken ayvalık zeytin yağını üzerine dökmenin doygunluğuyla soba üzerinde fokurdamaya başlayan çayın keskin kokusu…Dalgalarıyla dövdüğü bu barakanın penceresinden çıkıp gidiyordu. Anadolunun başkentine…

Rengi gri hava da, renkli bir kırmızıydı bu hava…Şarap kız her sabah kalkıp baktığı penceresinde onun gönderdiği kırmızıyı görüyordu. Bu sakızın çayının rengiydi, her salataya ekmek bandığında biliyordu ki bu sakızın zeytin yağıydı.

Sakız bahçesinde ki hayvanları besledikten sonra her akşam onardığı ağları sırtına alıp açılıyordu denizine…Zaman ve mesafe tanrısıyla yeniden mücadeleye giriyordu. O sandal ege de bir oyana bir buyana sallanırken…Aklı sarı saçları, küçücük elleri ve ceylan gözleriyle ona gülümseyen şarabı düşünüyordu. Vız geliyordu ona tüm bu tanrılar…

Gitmek istiyor varmak istiyordu ona. Onunla bir hayatı paylaşmak. Sabah kalktığında şarabından bir yudum almak istiyordu. O gri kentte el ele yeni bir renk olmak istiyordu. Söz veriyordu kendine önce mesafe sonra zaman tanrısını yenecekti. Eski günlerde ki gibi gidecekti o şehre…

Eğer aşılması gereken bir dağ varsa aşacaktı eğer yakılması gereken bir tanrı varsa yakacaktı. Daha önce yenmişti önce korku sonra cesaret tanrısını…Şimdi de yapması gereken bu ikisini yenmekti.

Çankaya sırtlarından el ele, nefes nefese çıkmanın hayalini kuruyordu. Bakarken onun gözlerinde boğulmak sarıldığında onun sevgisiyle ayılmak istiyordu.

Sevginin emek istediğini sakızdan daha iyi bilecek birisi yoktu…Ya da şarabın tüm dünyadaki şarapların bir şişesinden bile pahalı olduğunu değerinin paha biçilemez olduğu çok iyi biliyordu.

Ah diyordu hep ah …Zaman tanrısı çok yoruyorsun beni…Sabah erkenden kalktığı barakasında boş uyanıyordu boş bakıyordu etrafa…Şarapsız dünya ile avunamıyordu. Onu yudumlamayı özlemişti onunla dertleşmeyi onun sevgisiyle yanmayı. O olmak istiyordu yalnızca…

Bir gün, beş gün fark etmez o olmayı istiyordu. Gülümsemesini görmek ve gülümsemesini yakından görmek için yanaklarından öpmeyi istiyordu…Dudaklarından kana kana şarabını yudumlamayı çok özlüyordu…

Sakız çok içmezdi içki ama dayanamazdı bazen rakıya…Sabah denizden tuttuğu balıkları kızartırken, beyaz peynir ve kavunu hazırlarken o kadar iştahlı olurdu ki size anlatamam. Onun bir sırdaşı derttaşı bendim…Benim yanım da bir çocuk kadar mutlu olur. Şarabı her anlattığında gözleri öyle işıldardı ki size anlatamam…Onun şarkılarını dinlerken mest olurdu…

Ağzından tek bir cümle çıkardı seni seviyorum şarabım…seni seviyorum güzelim…Ve ardından dizerdi kelimeleri bir inci gibi…

Karlar yağdığında biz çocuktuk seninle. Kızaklarımız olmadı hiç seninle. Sen seçtin yaşam denilen kanlı yolu. Ben seçtim uçsuz bucaksız seninle dolan sevgimi…

Böyle uzun uzun cümleler kurar şarapla yaşlanmanın hayallerini kurardı… Çocuklarına adlarını koyardı. Şarabın çocuklarla ilgili düşüncelerini anlatır. Ona anneliğin ne kadar yakışacağını anlatıp dururdu. Her şeyi o kızdı…

Şarap bir yudum alınınca bırakılacak bir kadın değil üstadım derdi bana…Onu anlamak için bana 2 yol gösterseler…Ben üçüncüsünü seçerdim çünkü şarap onu seçerdi derdi.

Şimdi ben sakızdan habersiz yazıyorum bunları…Yine çıkmış barakasının önüne beni görmüyor. Balığa çıkmadan önce son kontrollerini yapıyor ağlarının…Tepeden seyrediyorum sakız ve egeyi…İkisi yan yana çok güzeller ama eksik var…Bu tepeden bile görünce anlıyor insan…

Şarap yok. Şarapsız da bu adam, sakız yok. Bilmiyorum sakız adına şaraba gidip yalvarsam mı ki ! Sonra haberi olunca kızar bana bu riski alamam sanırsam…

Yine alıcak koynuna sevdiğini açılacak sonsuzluğa, yanında şarap olduğunu varsayarak açılacak uçsuz bucaksız boşluğa…Onun yanında boğulacak sevgiyle bir gün inanarak…

Bu hikayenin bir sonu yok…Hala yazılmaya devam ediyor ben penceremden her baktığımda sakızı görüyorum imbatla birlikte sallanarak dibindeki şaraba şarkılar şiirler okuyor…

Şarap dinliyor ve dinlemekle yetiniyor…Sonu bağlanmayan bir hikaye bu…Şarap el salladığında, şarap dudaklarında sakız dediğinde bu hikaye ancak sonlanır…Peki demezse ne olur !

İşte ozaman gökten 3 değil elmalar dökülür, götürür sonunu bilmediğimiz bir hikayenin gölgesine…

Özel bir insana adanmıştır bu yazı…

Öğretmen olmak için az çalışmadın bu sefer başaracaksın biliyorum...




Hem kelebek hem melek olmak zordur bu dünyada